Akif ve Milli Birlik 2
Akif ve Milli Birlik 2
İslâm, ırk, renk, dil, bölge ve iklim itibariyle farklı unsurları aynı din altında toplar. Osmanlılar ve diğer İslam ülkeleri, hep ırkçılık tefrikası yüzünden yok oldu. Oysa biz, hâlâ milleti parçalayacak siyasetler peşindeyiz. Biz bu halimizle dünyada zelil, ahirette de Allah’ın huzuruna çıkamayacak mahcubiyete düşmüş oluruz.[1] Bizler yabancıların aramıza atmak istediği nifak, fesad, kavmiyet ve ırk davalarını gayretle büyütme azmi içindeyiz. Oysa hayra ve ümmetin menfaatine karşı çok kayıtsız ve cimri davranıyoruz. Kendi zararına bu derece cömert davrananlara akıl erdirmek çok zor.[2] Eğer Müslüman toplumları birbirine düşman göstermek siyasetinden vazgeçmez; tembellik ve miskinliğin haram olduğunu anlamazsak, dinin cehâletle payidar olmayacağına kalbimizle inanmazsak, bütün gücümüzle düşmandan daha kuvvetli olmaya çalışmazsak, milletlerin oyuncağı, Müslümanların yüzkarası oluruz… Bizler muazzam bir milletiz ki o millet, milleti İslâm’dır.[3] Kavmiyetçilik veya ırkçılık davasında bulunmak Müslümanlığa veda etmektir.[4]
Akif, bölünmeye kapı açan tehlikelere karşı uzak duruyordu. Onun en büyük arzusu, İslam bayrağının yükselmesi, Müslümanların silkinip kendine gelmesiydi. Evet, şark toplumları için başka bir çare kalmamıştı. Çünkü eski elbiseler, yama tutmayacak kadar yıpranmıştır; onun yerine yenisini almak gerekmektedir. Akif, toplumların değişim çarelerini çok iyi bilmektedir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, “Bir toplum kendi özündeki nitelikleri değiştirmediği sürece, Allah onların durumunu -ister iyilik, ister kötülük yönünde olsun- değiştirmez “ (Ra’d, 13/11). Allah’ın ilahi sünnetinin yani toplumsal yasalarının işleyişi bu yöndedir. Öyleyse Allah, insanlar hak etmedikleri sürece, onları içlerinde bulundukları kötü şartlardan kurtaracak bir ‘sahip’ göndermeyecektir. İnsanlar ve toplumlar önce kendi kendilerine sahip olmalıdırlar. Akif, Balkanlarda, Orta Avrupa’da Osmanlı idaresi altındaki kavimlerin başkaldırılarını görmüştür. Akif’e göre hayatta kalmak isteyen milletlerin birlik ve beraberlikten başka hiçbir çareleri yoktur. Fertleri birbiriyle kaynaşmış, topyekûn dayanışma içinde sağlam bir bina haline gelmiş milletleri (Saff, 61/4), düşman silâhları bile kolaylıkla deviremez. “Kale içinden feth olunur” şeklindeki atasözümüz, bu gerçeği çok güzel ifade etmektedir. Tarih boyunca yıkılan İslâm devletlerinin yıkılma sebepleri, hep aralarında patlak veren ayrılıklar, düşmanlıklar ve parçalanmalar sebebiyledir.
Akif, “muhtelif fırkaları (partileri) olan milletlerin yükselmeye devam ettikleri” şeklindeki muhtemel itiraza, fırka ile tefrika kavramları üzerinde durarak, şu şekilde açıklama getirmektedir: Batı’lılar, fırkayı tefrika manasında telâkki etmiyorlar… Bizde ise öyle mi, heyhat! Fırkacılık tefrikacılıkta karar kılıyor. Birbirimize düşman kesiliyoruz. Her fırka diğer fırkayı vatanın düşmanı olarak görüyor ve o gözle bakıyor. Maksat, memleketin kurtuluşudur; filân fırka kurtuluşu şu yoldan hareket ederek görmüş, bizim fırka da bu taraftan gitmekte demiyor. İşte bu tefrikalar, hep birbirimize tahammül etmemekten, birbirimizi anlamamaktan ortaya çıktı. Akif, Avrupalıların sömürge haline getirmek istedikleri devletlere karşı uyguladıkları yöntem hakkında muhataplarını şu cümlelerle ikaz etmektedir: Avrupalılar, işgal etmeyi kararlaştırdıkları memleketin halkı arasına önce ayrımcılık, bölücülük sokarlar, senelerce milleti birbiriyle boğuştururlar. Sersem halk bu suretle yorgun düştükten sonra, gelip çullanırlar. Bu gün de işte bize karşı aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerde siyasetleri budur. Hindistan’da, daha önce Endülüs’te, sonraları Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset hep aynı siyasettir, hiç değişmez.[5]
[1] Sebilu’r-Reşad,c.9-2, Sayı: 212-30, s. 62-63; konunun şiirsel ifadeleri için bkz., Safahat, s.178-179; 205; 461-462.
[2] Sebilu’r-Reşad, c.9-2, Sayı: 213-31, s. 81-82.
[3] Konuyla ilgili âyetler için bkz. Bakara, 2/130, 135; Al-i İmran, 3/95; Nisa, 4/125; En’am, 6/161; Nahl, 16/123; Hac, 22/78.
[4] Sebilu’r-Reşad, c.9-2, Sayı: 214-32, s.101-102.
[5] Sebilu’r-Reşad, c. 9-2, Sayı: 230-48, s. 373-376