Akif ve Milli Birlik 5
Akif ve Milli Birlik 5
Akif’in toplumcu kişiliği, İslam’daki “cemaat” anlayışıyla birleşip, bütün Müslümanların birlik ve beraberliği idealinin oluşmasına neden olmuştur. Dini hassasiyetleri bu kadar güçlü bir şair, toplum için yazdığı şiirlerinde ve diğer eserlerinde hep bu birliği oluşturmaya çalışmıştır. Akif, milliyetçi ayrılıklar karşısında birliği ve kardeşliği tavsiye etmiş, bunun dini ve insani bir zorunluluk olduğunu söz, yazı ve davranışlarıyla ifade etmeğe gayret göstermiştir. Birlik ve beraberliği tavsiyede, Akif’in dayandığı kaynak dindir. Akif, insanların dünya görüşlerinin, siyasi ve dini inançlarının birbirinden farklı olabileceğini ama şayet aynı topraklarda yaşıyorlarsa, dini ayrılıklarına rağmen yine de birlik ve beraberlik düşüncesini muhafaza ederek bir arada yaşayabileceklerini hatta yaşamalarının zorunlu olduğunu ifade etmektedir. Çünkü birlik ve beraberlikten uzaklaşmak, tarih sahnesinden silinmek ve perişan olmaktır. O, ayrılık düşüncesini, dinden çıkmakla eş değer görmektedir. Birlik ve beraberlikten uzaklaşmayı Allah’tan uzaklaşmak olarak gören Akif, şu mısralarda bu gerçeği dile getirir:
“Cihan artık değişmiş, infirâdın[1] var mı imkânı,
Göçüp ma’mûrelerden[2] boylasan hattâ beyâbânı? [3]
Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır: Devr-i cem’iyyet.
Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl[4] için niyyet,
«Şu vahdet târumâr olsun!» deyip saldırma İslâm’a;
Uzaklaşsan da îmandan, cemâ’atten uzaklaşma.
İşit, bir hükm-i kat’î var ki istînâfa[5] yok meydan:
«Cemâ’atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah’tan.»
Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı[6],
Perîşân eylemek zâten perîşân olmuş âhâdı[7]?
Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret?
Nasıl tevhîd-i âheng[8] eyliyorlar, ibret al, ibret!”[9]
Akif’e göre dağılmak, parçalanmak, batıl bir fikri iman derecesine çıkarmak demektir. Bunun yerine, çevredeki birlik ve beraberliği sağlamış milletlerden, ders çıkarmayı tavsiye eder. Akif, Bursa’nın işgali sırasında yazdığı “Bülbül” adlı şiirinde, din birliğinin tehlikede olduğunu söyler. Müslümanlar şayet din birliğini dikkate almazlarsa bunun sonucu, başıboşluk, bölünme ve yıkılma olacaktır:
“Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânümansız[10] serserîyim öz diyârımda!
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ[11] Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı[12]!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc[13] oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî’lerin, Fâtih’lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkùs[14] inlesin beyninde Osmân’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâ’atlerle[15] çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın;
Ne haybettir ki:[16] Vahdet-gâhı dînin[17] devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız[18] kalan dindaş!
Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında[19] nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! [20]
Akif, “Ey iman edenler, sizi, size hayat verecek olan şeylere davet ettiği zaman, Allah’a ve Resulüne icabet edin. Bilin ki şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakikaten yalnız ona dönüp toplanacaksınız!” (Enfal, 8/24) ayetini tefsir ederken şöyle der: Ey Müslümanlar, bilmiş olunuz ki Müslümanlıkta kavmiyet yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v) de, “Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir“[21] buyurarak ırk üstünlüğü iddiasında bulunmanın dinen kabul edilemeyeceğini bildirmektedir. Çünkü insanların farklı ırk ve renklerde yaratılmaları birinin üstün, diğerinin aşağı mertebede olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine, yaratılışın bu çeşitliliği, Allah’ın yücelik ve birliği için birer ayet, belge ve hidayet kaynağıdır.[22] Akif, konuyla ilgili ayet ve hadislerden hareket ederek Müslümanları birlik ve beraberliğe çağırmıştır.[23]
[1] İnfirad: Tek başına kalma, yalnızlık hali
[2] Ma’mure: İnsanların bulunduğu bayındır yer, şehir, kasaba
[3] Beyâbân: Çöl, imar olunmamış kırsal alan
[4] İzmihlâl: Perişan olmak, yok olmak
[5] İstinaf: Baştan başlamak, yeniden başlama
[6] İlhâd: Dinden çıkma, dinden dönüş
[7] Âhâd: Birlik ve beraberlik
[8] Tevhid-i Ahenk: Birliktelik uyumu
[9] Ersoy, s.417-418
[10] Hânümansız: Evsiz, barksız
[11] Serâpâ: Baştan başa, bir uçtan bir uca.
[12] Hâk-i ecdâd: Ecdat toprağı, vatan toprağı
[13] Hercümerc: Darmadağınık
[14] Nâkùs: Kilise çanı
[15] Şenâ’at: Kötülük, alçaklık,
[16] Haybet: Mahrumiyet
[17] Vahdet-gâhı din: Din birliğinin sağlandığı ülke, toprak
[18] Me’va: Sığınılacak, barınılacak mekân
[19] Haremgâh: Herkesin girmesine müsaade edilmeyen yer ve mekânlar
[20] Ersoy, s.436
[21] Müslim, İmare, 53, 54, 57; Ebu Davud, Edeb, 112; el-Muttaki, el-Hindi, Kenzu’l -Ummal, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1989, 3/916, hadis no: 7657
[22] Bkz. Fatır, 35/28
[23] Sebilu’r-Reşad, c. 18, sayı: 465, s. 267-271