Akif ve Milli Birlik 8
Akif ve Milli Birlik 8
Müslümanlık ırk, renk, lisan, muhit, iklim itibariyle birbirine büsbütün yabancı toplumları aynı milliyet altında toplayan yegâne rabıta iken; özellikle bizim için dünyada bu rabıtaya dört el ile sarılmaktan başka selâmet yolu yokken; şu son senelerde meydana çıkardığımız kavmiyet, asabiyet gürültülerine şaşmamak elden değil! Bu kadar İslam toplulukları hep tefrika yüzünden mahvoldu; hem birçoğu gözümüzün önünde kaynayıp gitti de biz hâlâ uyanmıyoruz; hâlâ milleti bitmek tükenmek bilmeyen parçalara ayıracak bir siyaset güdüyoruz. Ey cemaat-ı Müslimîn, aklınızı başınıza alınız; ırkçılık gayretini bir tarafa bırakınız. Din bağını biraz daha ihmal edecek olursanız iyi biliniz ki yok olup gidersiniz. Hem o perişanlıktan sonra bir daha dünyada cem’iyet yüzü görmeyeceğiniz gibi, kıyamet sabahında da âlemlerin Rabbi’nin huzuruna çıkacak yüzünüz kalmayacaktır. Zira “Bir de, belânın öylesinden sakınınız ki: o hiç bir zaman yalnız içinizden zalimlere isabet etmez; sonra, bilmiş olunuz ki Allah’ın azabı yamandır” (Enfal, 8/25). Bu ayetteki “Belâdan sakınınız” demek, o belâyı getirecek sebeplerden sakınınız… Demektir ki bu sebeblerin en başlıcası fitne lafzının kapsamı alanındaki her şeydir.[1]
Cemaat-i müslimîn için sürekli bir hayat olan ilahi emirleri yerine getirmeyecek; olursak geldiği zaman kurunun yanında yaşı da yakıp kül eden salgın musibetleri başımıza getirmemenin çaresine bakmayacak olursak helakimiz muhakkaktır. Ne yapalım, kanun-ı ilâhî böyle: kurunun yanında yaş da yanıyor. Beş on kişinin uyandırdığı fitne yangını binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca hanenin külünü havaya savurmaktan geri kalmıyor. Evet, bir nâmerdin hırsına koca bir memleket kurban oluyor; bir münafığın yüzünden cemaatler, cem’iyetler yok olup gidiyor. Hakîm, şâir Ziya Paşa merhumun dediği gibi, Kahhâr-ı Zü’lcelâl, Bir mülkü bir harîs-i sitemkâr için yıkar; bir kavmi bir münafık ile târümâr eder. Pek a’lâ! Böyle bir, iki, beş, on, yirmi, elli, yüz… Hatta bin hatta bir kaç bin suçlunun ceza-yı amelini geride kalan milyonlarca günahsıza çektirmek ilahi adalete sığar mı? Bu soruyu hatırımıza getirmek bile haramdır. Çünkü her şeyi hikmetle yaratan Allah, bu âlem-i yaratırken hiç bir zaman değişmeyecek bir takım kanunlar vaz etmiştir. O kanunların mahiyetini, ebediyetini, din diliyle bütün mükellef olan insanlara bildirmiştir. Bununla da kalmamış, onların hayatımıza, selâmetimize taalluk eden kısmını iyice anlayabilmemiz için gayet basit, gayet açık bir surette tertib eylemiş; sonra, yine selâmetimiz O’nun katında istenilen bir husus olduğu için “Sakın bu kanunların gösterdiği yoldan ayrılmayınız, zira mahvolursunuz” ihtarını daima tekrar etmiştir… Artık biz kalkar da Allah’ın emirlerine kulak vermez; Allah’ın gösterdiği yolu tutmaz; bilakis bizi helak uçurumlarına doğru götürmek isteyen bir küçük fesadçı grubun arkasına bile bile düşersek; adâlet-i ilâhiye için bizi te’dib etmemek kabil olur mu? “Zâlimlere dayanmayınız, yoksa yanarsınız” (Hud 11/113) tehdidi gibi, zalimlere yaklaşmaktan nehy eden; “Ey iman edenler, eğer size fasık biri önemli bir haber getirirse…” (Hucurat, 49/6) ihtarı gibi basîret, ihtiyat tavsiyesinde bulunan ayetler ne kadar çoktur! Yazıklar olsun ki kendilerinin pek sağlam Müslüman olduklarını zanneden çoğumuz bu tehditlerden, bu ihtarlardan zerre kadar müteessir, hatta haberdâr değiliz![2] Çünkü Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kişi veya toplum, söz ve davranışlarıyla Allah’a ve Peygamberine karşı çıkanları dost edinmezler. İsterse o kimseler babaları, evlatları, kardeşleri ve sülaleleri olsun (Mücadele, 58/22).
[1] Sebilu’r-Reşad, c. 9-2, Sayı: 213-30
[2] Sebilu’r-Reşad, c. 9-2, Sayı: 213-31, s. 81-82